× ANASAYFA HAKKIMDA BLOG

Dünyaya diğer bir çok canlıdan farklı olarak oldukça uzun bir süre kendi ihtiyaçlarını giderme becerilerinden yoksun olarak gelen insan yavrusunun yaşamının ilk yılları, en basit ihtiyaçları için bile ötekinin bakımına muhtaç bir niteliktedir. Bu bakımın yetersiz olduğu ya da bebeğin arzularının bu bakımın sağladıklarını aştığı durumlarda ise bebek hissedeceği huzursuzluğu ona bakım verenin bir zulmü olarak algılayacaktır. Diğer bir deyişle huzursuzluğu giderilmediği için yırtınırcasına ağlayan, bu huzursuzluğunun nedenini anlayamayan ve nasıl ortadan kaldıracağını bilmeyen bebeğin ruhsallığında bu huzursuzluğun sorumlusu ve suçlusu ona bakım veren ötekidir.  Psikanalizin önemli okullarında biri olan nesne ilişkileri kuramı bebeğin ona bakım veren ötekiyle ona zulmeden ötekini bölerek onları birbirinden bağımsız kısmi nesneler şeklinde algıladığını gösterir. Yani bir anlamda bebek için onun iki nesnesi vardır; biri onu besleyen iyi nesne biri ise onu aç bırakarak ona zulmeden kötü nesne.

 

En erken zulmedilme kaygılarımız ise genelde memeyi yitirmek yani aç kalmaya dairdir.  Memeyi yitiren (ya da yitirdiğini sanan) bebek, fantezisinde memeye (ya da geniş anlamda annenin bedenine) ve meme üzerinde hak iddia edebilecek tüm ötekilere/rakiplere sadistik bir şekilde saldıracaktır.

 

Zihni paranoid zulmedilme kaygılarıyla meşgul bebek için ötekine yönelik bu saldırganlık normal gelişimin bir parçası olarak kabul edilmelidir. Bebeğin fantezisinde ona zulmeden kötü nesnelerine yönelik saldırılardır bunlar. Gerçekte ise bu saldırıların hedefinde ona bakım, sevgi ve besin veren ötekiler vardır. Bu saldırılar karşılığında bebek bir misilleme ile değil yine bakım, sevgi ve besin ile karşılaştığı sürece bu paranoid zulmedilme kaygılarından arınacak ve onu aç bıraktığını düşünen ötekinin aslında onu doyuran öteki olduğunu fark etme imkanı elde edecektir. Klein ötekine atfettiğimiz kötülüğün bir kısmının  kendi kötülüğümüz olduğu gerçeğiyle karşılaşmamızın (ancak ötekinin sağladığı yeterince iyi çevre aracılığıyla gerçekleşecektir bu karşılaşma) olumlu sonuçlarını şu şekilde kavramsallaştırır:

 

Benim deneyimlerime göre, çocuğun annesinin bedenine saldırarak aynı zamanda babasına, erkek ve kız kardeşlerine ve daha geniş anlamıyla tüm dünyaya saldırdığına dair inancı, suçluluk duygusunun ve genel olarak ahlaki ve sosyal duygular geliştirmenin altında yatan nedenlerden biridir. Zira üst benliğin aşırı sertliği biraz olsun azaldıktan sonra, benliğe o hayali saldırıların hesabını sormak için yaptığı ziyaretler, çocukta nesnelerine vermiş olduğu hayali zararı onarmaya yönelik güçlü eğilimler uyandıran suçluluk duygularının ortaya çıkmasına yol açar. Şimdi, çocuğun yıkıcı düzlemlerinin bireysel içeriği ve ayrıntısı, onarım eğilimlerine dolaylı olarak hizmet eden yüceltmelerinin gelişiminin belirlenmesine, hatta başka insanlara yardımcı olma konusunda daha doğrudan arzuların üretilmesine yardımcı olur (Klein, M. [1933] Çocukta Vicdanın Erken Gelişimi).

 

Psikanaliz bize suçluluk hissetmenin, ahlaki değerlere sahip olmanın, paylaşmanın ve onarmanın doğuştan getirdiğimiz nitelikler değil ancak yeterince iyi bir bakım alma sonucunda kazanacağımız  nitelikler olduğunu ve yaşamın ilerleyen yıllarında yaşanacak stresli ve travmatik olaylar sonucunda bu niteliklerimizi tekrar tekrar yitirip geri kazanabileceğimizi anlatır. Evrensel insan hakları, yaşam hakkı, bugünlerde konuşulan evde kalma hakkı gibi bir çok hak ahlaki özelliklerimizin, suçluluk duygularımızın insanın özüne atfedilmemesi ve her an yitirilebilir olması nedeniyle oldukça önemlidir. Tüm bu nedenle yasa koyucuların temel işlevi evrensel insan hakları, yaşam hakkı gibi temel haklarımıza ek olarak içinden geçtiğimiz dönemde de evde kalma hakkının sağlanması olmalıdır.

 

Dün gece gerçekleşmesinden yaklaşık iki saat önce açıklanan ve 31 ili kapsayan sokağa çıkma yasakları bu iki saatlik sürede bir çok açıdan trajik görüntülerin ortaya çıkmasına sebep oldu. Sosyal izolasyonun bir süreliğine önemini yitirdiği bu iki saatlik sürede, bir çok insan marketlere ve fırınlara akın etti. Marketlere ve fırınlara giden insanların kimilerine göre “gereksiz” alışverişleri sosyal medyada en hafifi alay etme, en ağırı linç denebilecek tepkiler ortaya çıkarttı. Bu market ve fırınların önünde bir gecede görmeyi ummadığımız sıklıkta şiddet olaylarına şahit olduk.

 

Virüsün tekinsizliğine ve tehditlerine ek olarak sosyal izolasyonun yarattığı örselenme ve ekonomik kaygılar bir çoğumuzun psikolojik olarak gerilemesinin en önemli nedenleri. Bu gerilemenin sonucunda en erken zulmedilme kaygıları tekrar canlanan insanın, kökenini yaşamının başlangıcından alan sadistik saldırganlığının tekrar ortaya çıkması bakım verenlerin verdiği bakımın niteliği değerlendirildiğinde maalesef kaçınılmazdı.

 

Memeyi yitirme tehdidi altında açlığa dair zulmedilme kaygılarımızın en eski kaygılarımız olduğunu tekrar hatırlatmakta fayda var. Markete veya fırına koşan kişiye onun geçmiş ve güncel deneyimlerinden habersiz bir şekilde “2 gün yemeksiz kalsan ölmezsin, virüsü yayıyorsun” dediğimizde; hem güncel ihtiyaçlarını önemsemeyerek hem de zamanın bir anlam ifade etmediği bilinçdışındaki zamansız yaralarını görmezden gelerek ona bir kez daha saldırmış olmaz mıyız?

 

Bilinçdışı zulmedilme kaygıları canlanmış ve bu en eski kaygılarını ortadan kaldırmaya çalışan, bunun için hızlıca marketlere koşan kişilerin dünyada kendisini hayatta tutmaya yetecek kadar iyi bulunduğuna inanmayanlar olduğunu düşünmek mümkün. Kendini tehdit altında hisseden, saldırgan dürtüleri ve kaygısı güçlenmiş bu insanlar için sırada bekleyen ötekilerin paranoid kaygılarını güçlendiren birer tehdit ve rakip olarak algılandığını düşünebiliriz. M. Klein çocuk analizlerinde bu saldırganlığa dair gözlemlerini şöyle ifade etmiştir:

 

Oyun analizleri, saldırgan dürtüleri ve kaygısı çok güçlü olduğunda çocuğun, anne babasını, erkek ve kız kardeşlerini, annesinin vücudunu ve memelerini temsil eden kâğıt, kibrit, kutu, küçük oyuncak gibi nesnelerin hepsini yırtma, kesme, kırma, bunların üzerlerine işeme ve bunları yakma eğiliminde olduğunu bize gösterdi (Klein, M. [1934] Suç Üzerine)

 

Paranoid kaygılarıyla hareket eden, gerilemiş insanın kullanacağı yöntem de sadistik bir saldırı olacaktır ne yazık ki. O dehşete düşüren kavga görüntülerinin aslında geçmişte hayatta kalmak için yeterli güvenlik hislerine sahip olmayan, kendini korumak için fantezisinde annesine, babasına ve kardeşlerine saldıran bebeğin çaresizliğinden kaynaklandığını anlamamızı sağlayan psikanalitik bilgi oldukça örseleyici.

 

Beslenme ya da daha genel bir ifadeyle hayatta kalmayla ilgili güncel ya da geçmiş travmatik yaraları daha az belirgin olanlarımıza dair değerlendirmelerimizi de dikkatle yapmak gerek. Yüzeysel değerlendirmeler bizi bu kişilerin sokağa çıkma yasağına daha akil bir şekilde tepki verdikleri, diğerleri gibi saldırganlaşmadıkları sonucuna götürecektir. Ancak bu gruba ait olanlarımızın dolabındaki yiyecekler ya da geçmiş deneyimlerini temel alan güvenlik hisleri sonucu evde kalabildiklerini akılda tutmak gerek. Dahası sosyal mesafeye dikkat etmeyen, kavga eden; “gereksiz” ihtiyaçlarını gidermek için marketlere ve fırınlara akın eden insanlara evde kalanlar tarafından yöneltilen; alay etmeyle linç etme arasında savrulan tepkiler gerilemiş benliğin saldırganlığı değil midir? Alay etme-linç etme yelpazesindeki bu tepkiler sonucunda insanları ‘dışarı çıkıp virüsü yayanlar’ ve ‘dışarı çıkmayıp evde kalanlar’ olarak ikiye bölmek, dışarı çıkanları kötü nesne olarak işaretlemek ve kötü olarak işaretlenmiş o nesnelere saldırılar gerçekleştirmekten bahsediyorum.

 

Verdiğimiz tüm bu tepkiler durmadan ağlayan, etrafındaki oyuncakları fırlatan bir çocuğunun neden ağladığını sorgulamadan, anlamadan çocuk sussun diye ona tokat atan bir yetişkinin tepkilerine benziyor. Yetişkinin zihninde tokat çocuğun huzursuzluğunun nedeni değil ironik bir biçimde huzursuzluğu ortadan kaldırmaya yönelik bir araca dönüşmüştür. Huzursuzluğunu gidermek için çaresizce çırpınan çocuğun davranışları yüzünde patlayan bir tokat ile sonuçlandığından bu misilleme de çocuğun ötekinin zulmediciliğine dair algısını pekiştirerek daha da saldırganlaşması dışında bir işe yaramamıştır. Bu dönemde bir taraftan tokat yiyen o çocuk, bir taraftan da gücümüzün yettiğine tokat atan o yetişkinler olarak canımızın yandığı oranda saldırganlaşıyoruz ne yazık ki.

 

Tüm bu tablo içinde belki de en kötüsü o çocuğun bu kadar huzursuz ve saldırgan olmasının asıl nedenlerinin; içsel huzursuzluğu ve ona yeterince güvenli bir ortam ve yeterince iyi bir bakım sağlamamış bakım verenin/yetişkinin tokadının etkilerinin hiç anlaşılamamış, konuşulamamış ve ortadan kaldırılamamış olması.

 

Aklımıza ilk gelen cevaba sarılmak, ilk düşman sandığımıza tokat atmak yerine daha çok soru sormamız gerek: Ne kadar soru sorarsak soralım, ne kadar cevaba ulaşırsak ulaşalım sorduğumuz soruların ve bulduğumuz cevapların eksik olduğunu akılda tutarak hem de!

 

Virüsün yarattığı tüm tehditleri bir kenara bırakıp gecenin bir yarısı marketlere/fırınlara koşan, yakınındaki ötekilere saldıran; evde kalanlar olarak kalmayanlarla alay eden, onların linç edilmesine katkı veren bizlerin bu değin gerilemiş olmasının gerçek sorumluları kimler?

11.04.2020