× ANASAYFA HAKKIMDA BLOG

 

Aslında, normalle anormal arasında bağlantı  kurmam gerekecek ve süreç içinde, hepimizin hasta ya da öte yandan, akıl hastalarının akıl sağlığının yerinde olduğunu öne sürüyor gibi görünürsem hoşgörünüzü rica ediyorum.”  D.W. Winnicott

 

Yüzünde ev yapımı bir maske ile mağazaları, dükkanları gezen Mukunda Angulo’yu gören insanlar polisi arar. Polis şüpheli davranışlar sergileyen bu gencin bir suçludan çok psikolojik sorunlar yaşayan biri olabileceği kanısıyla onu Bellevue Hastanesine gönderir ve hastanenin psikiyatri servisinde geçireceği bir hafta böylelikle başlamış olur. Mukunda’nın hayatının bu kesitine şahit olanlar için onun bir problemi olduğu fikrine kapılmak oldukça mümkün. Ancak “The Wolfpack” adlı belgeselde hikaye bu olayın öncesinden başlıyor ve izleyenler için Mukunda’nın bu davranışı “delilikten” ziyade özgürlüğe doğru atılmış bir adıma daha çok benziyor.

Mukunda, Oscar Angulo’nun çocuklarından biri ve kardeşlerin hikayesi “normal” bir hayatla karşılaştırıldığında oldukça sıradışı. Babalarının kuralları nedeniyle evden neredeyse hiç çıkamadan büyüyen, çıktıklarında da yabancılarla konuşması yasaklanan bu çocuklar evde geçirdikleri zamanın büyük bir kısmını film izleyerek geçirirler. Kardeşlerden biri olan Govinda durumlarını şu sözlerle özetler: “ Küçükken etrafınızdaki şeylerin neden bu şekilde olduğunu bilmez; onları sadece kabul edersiniz.”

Aile üyeleriyle kurdukları etkileşim dışında ellerinde sadece filmler olan Angulo kardeşler için yaşadıkları hayat bir bakıma film karakterleriyle kurdukları özdeşimlerle sınırlıdır.  Film sahnelerini tekrar tekrar oynarlar, kısıtlı imkanlarıyla kostümler, dekorlar tasarlarlar.  Bu oyunlar aracılığı ile Angulo kardeşlerin o karakterler gibi hissedip bir anlamda hayatlarında eksik olanı gidermeye, diğer bir deyişle iyileşmeye çalıştıklarını söylemek mümkün. S. Freud, Schreber vakasında deliliğin emareleri olarak kabul edilen halüsinasyon, hezeyan gibi semptomların aslında kendi kendini iyileştirme girişimleri olarak deliliğe verilen yanıtlar -ikincil semptomlar- olduğunu ifade eder. Bu önerme çerçevesinde değerlendirildiğinde, Angulo kardeşlerin oynadığı bu oyunların birer ikincil semptom, Angulo kardeşlerin de –bu oyunlarından ötürü-  birer “deli” olduğunu söylemek mümkün müdür?

Görünen odur ki, Angulo ailesinde deliliğin nerede başladığını belirleyen baba Oscar Angulo’ya göre bu davranışlar birer delilik emaresi (semptom) değil, evde sıkılan ve eğlenceli vakit geçirmek isteyen çocukların kurdukları birer oyunlardır. Bu yazının başlığına dönersek; kardeşlerden Mukunda henüz delirmemiştir.

Ancak Oscar Angulo’nun tüm-güçlü, kural koyan olduğu evrende Mukunda’nın evden kaçması aynı sonucu doğurmayacaktır. Bu evrende Oscar’ın izni olmadan çok tehlikeli New York sokaklarında gezinmek bir delilik göstergesidir. Evlerinin dışındaki hayatta da tam bu anda akıl hastanesine yatırılması önemsiz bir rastlantı olarak mı değerlendirilmelidir?

Mukunda’dan sonra kardeşleri de onu takip eder ve evlerinin dışına çıkmaya başlarlar. Artık Angulo kardeşler için neyin normal, neyin anormal olarak nitelendirildiği değişmiştir: Yıllarca bir evde kapalı kalmayı normal, dışarıdaki hayata karışmayı ise anormal olarak nitelendiren kardeşler için artık babalarının davranışları ve beklentileri anormaldir. Diğer bir deyişle yıllarca Oscar’ın delilik olarak nitelendireceği davranışlar artık özgürleştirici bir ihtimal barındıran eylemlere dönüşmüştür.

Belgeseli izlerken aklımdan geçen, baba Oscar’ın evreninde nelerin normal nelerin anormal olduğuna dair sorular; belgeselin sonlarına doğru kendi babalarımızın (devletin, yasaların ve dinlerin de dahil olduğu) bize işaret ettiği normal-anormallere dair sorulara yerini bıraktı. Gerçekten de Angulo kardeşlerin hikayesi bizim hikayelerimizden o kadar da farklı mı? Psikopatolojiyi, onun semptomunu (ya da bu yazıda kullanılan dil ile deliliği) sadece bu perspektiften değerlendirmek elbette eksik olacaktır. Ancak bu soruların sorulmaması da benzer bir eksikliğe bizi götürmeyecek mi? Aklıma gelen her sorunun yeni sorular doğurmasına alışmaya çalışıyorum, aynı Mukunda’nın dışarıdaki hayata alışmaya çalışması gibi.