× ANASAYFA HAKKIMDA BLOG

 

Giriş

            Fransız yönetmen François Ozon’un 2017 yılında gösterime giren L’amant Double filminin İngilizce ismi Double Lover iken, film Türkiye’de Tutku Oyunu ismiyle gösterime girdi. Filmin adının birebir çevirisi olan Çifte Aşık ya da İkiz Aşık olarak değil de Tutku Oyunu olarak Türkçeleştirildiği L’amant Double filminin izleyiciye neler anlattığı konusunda önemli bir gösteren olarak değerlendirilebilir. Filmin Türkçe isminin Çifte/İkiz Aşık olarak belirlenmemiş olmasının nedeni bu ismin Türkçe dilinde anlamlı bir ifade olmadığı düşünülse dahi, bu durum neden başka herhangi bir şey değil de “Tutku Oyunu” isminin seçildiğini açıklamaya yetmeyecektir. Filmin Fransızca ya da İngilizce isminde ne tutkudan ne de bir oyundan bahsedilmediği düşünülürse, “Tutku Oyunu” adının seçilmesinin nedeni bu çalışmanın cevap arayacağı ilk soru olarak değerlendirilebilir.

Tutku Oyunu filminde psikoterapinin/psikanalizin merkezi bir rol oynadığı düşünülürse filmin Türkçe çevirisinde “oyun” kelimesinin kullanılması Winnicott’un şu sözleriyle anlamlı hale gelebilir:

Psikoterapi iki oyun alanının, hastanın ve terapistin oyun alanlarının örtüştüğü yerde gerçekleşir. Psikoterapi, birlikte oynayan iki kişiyle ilgilidir. Bunun mantıksal sonucu da, oyun oynamanın mümkün olmadığı yerde terapistin yaptığı işin hastayı oyun oynayamayacak durumdan oyun oynayabilecek duruma getirmeye yönelik olmasıdır (2013, s.60).

Dolayısıyla oyun kelimesinin çeviride kullanılıyor olması psikoterapinin/psikanalizin filmdeki önemini işaret eden bir gösteren olarak değerlendirilebilir. Bu oyunun bir “tutku” oyunu olarak nitelendirilmesi ise Bruce Fink’in şu sözleri ile anlamlı hale gelebilir:

Simgeselden imgesele döndüğümüzde arzu düzlemini (daha doğrusu Lacan için dile dair bir şey olan insan arzusunu) bırakıp kelimenin tam anlamıyla kontrol edilemeyen ve edilemez tutku düzlemine geçeriz ve bu düzlem Lacan’ın ayna evresi üzerine erken dönem çalışmalarını derinlemesine gözden geçirip incelememizi gerektirir. Çünkü Lacan’a göre, “tutkulu aşk denen fenomen, ideal benin imgesi tarafından belirlenir” (Lacan, 2006a, s. 344); bu imge, kaynağını ayna evresinden alan kişinin kendi imgesidir (2020, s.113).

Filmin Türkçede Tutku Oyunu olarak adlandırılmasının, bu noktadan değerlendirildiğinde filmin anlaşılmasına dair önemli bir sağladığı düşünülmüştür. Bu isme karar verenler ister büyük bir ustalıkla; ister bilinçsiz bir şekilde, hatta büyük bir naiflikle bu ismi seçmiş olsun film üzerine düşünürken Tutku Oyunu ismi oldukça açıklayıcı gözükmektedir.

  

Tekinsiz

 

            Her ne kadar bir film için genellenebilir bir izleyici deneyiminden bahsetmek mümkün olmasa da, film süresince karşı karşıya kalınan gösterenlerin tekinsiz öğeler olduğunu söylemek mümkün. Örneğin filmin ana kahramanı Chloe’nin ona dik dik bakan kedisi Milo bakışlarıyla bir şeyler anlatıyordur sanki. Komşuya emanet edilen Milo’nun bir anda ortadan kaybolmasını soğukkanlılıkla karşılamak zordur, hele bir de komşuları sanki 13. Katta oturmuyorlarmış gibi Milo’nun balkondan kaçtığını ve geri geleceğini söyledikten sonra. Dahası komşularının evlerinde sergilenen içleri doldurulmuş kediler de neyin nesidir? Sevgilisinin evine taşınan Chloe’nin sevgilisinin 13. katta oturduğunu öğrenmek bunun bir anlamı mı var acaba diye düşündürür izleyiciye. Paul’ün bir noktadan sonra pek de tekin olmayan bir işler çevirdiğinden şüphelenmek mümkündür, pasaportunda bilenen soyadı olan Meyer yerine DePaul yazmaktadır; çalışıyor olması gerekirken Chloe’nin onu bir kadınla sohbet ederken görmesi bu şüpheleri güçlendirir. Filmde Chloe’nin sevgilisi Paul’ün ikizinin ortaya çıkışı da tekinsiz öğe olarak değerlendirilebilir. Bu ikiz başta Paul’ün foyasını ortaya çıkaracak ve Chloe’ye iyi gelecek kişidir ancak Louis de davranışları ve tavırlarıyla baştan itibaren güven vermez. Hatta öyle ki Chloe’nin koltuğun kenarından çıkarttığı kedisi Miro’nun tüylerinin orada olmasının bile ürkütücü bir anlamı vardır sanki. Filmde neyin gerçek, neyin bir hayal ürünü anlamak; çeşitli gösterenlerin bize ne anlattığını kavramak güçtür.

            Tekinsizliğin psikanalitik literatürde önemli bir kavram olarak ele alınması Freud’un 1919 tarihli Das Unheimlichemakalesiyle başlar. Freud bu makalenin merkezine Ernst Theodor Amadeus Hoffmann’ın Kum Adam öyküsünü koyar ve Tutku Oyunu izleyicisinin deneyimine benzer bir şekilde Kum Adam öyküsü için şunları söyler:

Sahnenin geri kalanına gelince Hoffmann, tanık olduğumuz şeyin paniğe kapılmış oğlanın ilk akıl karmaşası mı yoksa öyküde gerçek olarak kabul edilmesi gereken bir olaylar dizisi mi olduğu konusunda bizleri şimdiden kuşkuda bırakır (1999, s.335).

            Tekinsiz kelimesi Almanca bir sıfat olan Unheimlich’in değil, kavramın İngilizcedeki karşılığı olarak kullanılan Uncanny kelimesinin Türkçe çevirisi. Yaklaşık 30 yıldır Almanya’da yaşayan, Fransız psikanalist Valerie Bouville, Fransızcada Unheimlich kavramını karşılayan bir sözcük olmadığını; görünüşe bakılırsa İngilizce çevirisi olan Uncanny’nin de bu kavramı karşılamaktan uzak olduğunu ifade eder (2020). Benzer bir şekilde kavramın Türkçe karşılığı olan tekinsiz de bu eksiklikten muzdariptir[1]. M. Bilgin Saydam bu kavramın Türkçeye “yuva-cıl olmayan şeklinde tedirgin edici/ürpertici yabancı” vasfıyla uyarlanabileceğini ifade etmiştir (Saydam, 2017, s.13).

            Freud “korku yaratan, beri bilinen ve yabancı olmayan bir şeye geri uzanan (1999, s.326)” olarak tanımladığı tekinsizin ortaya çıkışını şu şekilde anlatır:

Tekinsiz bir deneyim ya bastırılmış olan çocukluk karmaşaları bazı izlenimlerle bir kez daha canlandırıldığında ya da aşılmış olan ilkel inançlar bir kez daha doğrulanmış göründüğünde ortaya çıkar (1999, s.355-356).

Tekinsiz olan bir zamanlar bilinendir. Tekinsizliği ortaya çıkaran dünyayı kendisi ve gölgesi/yansımasından ibaret sanan narsisistik çocuğun omnipotant düşünce biçimine bir anlık geri dönüştür:

Tekinsiz örnekleri çözümlememiz bizi eski, animistik evren kavramına geri götürmüştür. Bu kavram, dünyanın insanoğlunun ruhlarıyla; Öznenin kendi zihinsel süreçlerini narsisistik abartmasıyla; düşüncelerin her şeye gücü-yeterliliği inancıyla ve bu inanca dayalı büyü tekniğiyle; çeşitli dünyadışı insan ve şeylere özenle sınıflandırılmış büyülü güçler ya da “mana” yüklemekle; bu gelişim evresinin sınırsız narsisizmi içindeki insanın, gerçekliğin açık yasaklamalarını uzaklaştırmaya çalışmasına yardımcı olan diğer yaratılarla dolu olduğu düşüncesiyle belirlenmişti (1999,  s.347).

Tekinsizin bir diğer kaynağı ise ödipal süreçte bastırılan bilinçdışı materyalin zihne sızması ve tekrar hatırlanmasıdır:

Çocukların psikoseksüel gelişim çizgisinin üçüncü (fallik) aşamasında yaşadıkları, ancak bilâhare bastırdıkları (represyon), anneye yönelik cinsel arzuya eşlik eden, rakip baba tarafından iğdiş edilme (kastrasyon) korkusu, tekinsizin kaynağıdır (Saydam, 2017, s.16).

Tekinsizin bu iki ortaya çıkış kaynağı göz önünde bulundurulduğunda, tekinsiz olanın bir dönem tekin olduğunu, evin dışında sayılanın bir dönem evin içinde olduğunu söylemek mümkündür; “unheimlich bir zamanlar heimisch, bildik olandır; “un” öneki bastırmanın bedelidir (1999, s.351)”.

            Bu bastırılan materyalin -yani tekinsizin- tekrar ortaya çıkışı, öznenin kaos’un sınırında olduğunun bir işaretidir. Özne-nesne ayrışmasının çözüldüğü ve öznenin sınırlarının muğlaklaştığı kaotik durum henüz gerçekleşmemiştir ancak bu kaos’un bilgisi tekinsizde mevcuttur (Saydam, 2017, s.29-30). Özne ve nesne ayrışmasının çözülmesi “çift (double)” kavramının tekinsizlikle yakın ilişkisine de ışık tutar. Freud bahsi geçen makalesinde incelediği tekinsizlik temalarının tümünde “benliğin çiftleşmesi, bölünmesi ve iç geçişiminin (1999, s.341)” söz konusu olduğu ortak bir çift görüngüsünün olduğunu ifade eder.  Egonun yıkımına, yani kaos’a karşı koymak amacıyla ortaya çıkan bu tekinsiz “çiftin” kaynağı da yine çocuğun ya da ilkel insanın zihinselliğine hakim olan ilkel narsisizmdir. Bir yıkıma karşı koruma amacıyla ortaya çıkan “çift” bir noktada yıkımın koruyucusundan yıkımın habercisine dönüşebilir:

Tekinsizlik özelliği yalnızca "çift'in uzun zaman önce aşılmış, çok eski bir zihinsel evreye - daha dostça bir yüz takındığı bir evre - uzanan bir yaratı olduğu gerçeğinden gelebilir. “Çift” tıpkı dinlerinin çöküşünden sonra şeytanlara dönüşen tanrılar gibi bir dehşet malzemesine dönüşmüştür (1999, s.343).

İlişki kurduğu nesne ile yakınlaşmak ve bütünleşmek arzusuyla çırpınan özne için ona bakım veren ile bütünleşmek cennet anlamına gelecektir. Ancak aynı zamanda bu yakınlaşma sonucunda parçalanma, yutulma tehditleri de, yani cehennem de kendini gösterir (Saydam, 2017). Ödipal arzunun kültürel bir arzuya dönüşmesi tam da bu parçalanma ve yutulma tehditlerinden uzak durabilme anlamında koruyucudur. Nesneyle bu yakıcı yakınlaşmanın sonucunda kendini çift temasıyla gösteren tekinsizliğin Tutku Oyunu filmi üzerine düşünürken bir yol haritası sunabileceği söylenebilir. Ancak bu konuya değinmeden önce filmde tekinsizliğin ortaya çıktığı sahneyi incelenecektir.

            François Ozon, Tutku Oyunu hakkında verdiği bir röportajda (Mustocea, 2018) filmin ilk 10 dakikasında her şeyin söylendiğini ve tüm hikayenin anlatıldığını ve bu 10 dakikada seyircinin bir psikanalistin seans sırasında konuşan birini dinlerken hissettiğine benzer bir histe olmasını istediğini söyler. Ozon filminin ilk 10 dakikasını dil üzerine, devamını görsellik üzerine kurduğunu söylemiştir[2]. Ozon’un filmi ikiye böldüğü bu noktanın yaklaşık olarak Chloe ile Paul’ün son seansına kadar olan kısmına denk geldiğini ve izleyicinin filmde tekinsizliği hissetmeye bu son seansla birlikte başladığını düşünmek mümkün. Filmin ilk bölümü saçlarını kestiren, karın ağrısı nedeniyle bir doktora muayene olan ve doktorun yönlendirmesiyle bir terapistle görüşmeye başlayan Chloe’yi anlatır. Terapistine yakınmalarından bahseden, ona yaşam öyküsünü anlatan Chloe’nin bu sözleri henüz tekinsiz öğeler olarak değerlendirilemeyecek sözlerdir. Ancak Paul ile gerçekleşen son seansı büyük değişimlerin habercisidir. Bu son seansa kadar (filmin bize gösterdiği kadarıyla) 6 seansın tamamında söze Chloe başlamıştır. Ancak son seansta Paul önceki 6 seanstan farklı olarak Chloe’nin sessizliğine dayanamaz ve Chloe için oldukça yıkıcı sonuçları olacak bu son seansı “konuşmayacak mısınız” sözleri ile başlatır.

            Öpüşme ile sonlanan bu seansın bittiği nokta ile tekinsiz öğelerin ortaya çıkışının aynı ana denk geldiği düşünülmüştür. Çalışmanın devamında Chloe’nin semptomlarının incelenmesi sırasında görüleceği gibi psikotik savunma mekanizmalarından etkilenen kişilerin ötekilere bir şeylerin tekinsiz olduğunu hissettirdiğini (Bouville, 2020), Freud şu sözleriyle açıklar:

Sara ve deliliğin tekinsiz etkisi de aynı kökene sahiptir. Konudışı bir insan bu rahatsızlıklara baktığında türdeşlerinde şimdiye dek beklenmedik güçlerin işlediğini görür ama aynı zamanda bulanık bir biçimde, kendi benliğinin uzak köşelerinde onların varlığından haberdardır (1999, s.350).

 

Dil Üzerine 10 Dakika

 

                Dil, öznenin gerçeklikle, kendisi ile, ötekilerle ilişkisini düzenler.

 Saffet Murat Tura

 

            Filmin dil üzerine kurulmuş ilk 10 dakikası Chloe doktordayken başlar. Bu sahnede Chloe’nin vajinasının derinliklerini, ilk anda vajinanın içine baktığımızı anlamamış bir şekilde görürüz. Vajinal spekulumun vajinadan dışarı çıkartılmasıyla vajinayı tanır, sonrasında ise vajina görüntüsünün üstüne gelen, şekli vajinayla aynı, Chloe’nin yaşlı gözünü görürüz. Karın ağrılarının ortaya çıkması için geçerli bir neden bulamayan doktor bu ağrıların nedeninin psikolojik olabileceğini söyler. Doktordan ona birini önermesini isteyen Chloe, doktorun “kadın mı yoksa erkek mi bir terapist istersin” sorusuna cevap vermez; cevabı bir sonraki sahnede alırız.

            Terapistinin ofisinin bekleme salonunda seansa alınmayı bekleyen Chloe, yanında duran çiçeğin toprağına elini sokar ve topraktan bir parça alır! Çiçeklere can veren toprak anadan bir parça çaldığı sırada terapisti Paul Meyer Chloe’yi seansa çağırır.

            Ozon’un deyimiyle filmin dil üzerine kurulmuş bu 10 dakikalık bölümünde üst üste gerçekleşen seanslara şahit oluruz. Chloe (aynı gerçek bir psikoterapi sürecinde olduğu gibi) birbiriyle bağımsızmış gibi gözüken bir çok şeyi anlatır, Paul’ün görevlerinden biri de bu birbirleriyle bağlantısız gibi gözüken yaşantılardan anlamlı bir hikaye oluşturmaktır. Her ne kadar Chloe’nin anlattıkları filmde karşılaşılanlar ile sınırlı olsa da, bu çalışmayı bir anlamda Chloe’nin bu anlatısından anlamlı bir hikaye çıkarma denemesi olarak değerlendirmek de mümkün.

            Bu sınırlılığa rağmen, yine de her birimiz gibi Chloe’nin de dünyaya başkalarının bakımına muhtaç bir halde geldiğinden şüphe yoktur. Her bir insan yavrusu yaşamına, göbek bağının kesilmesi itibariyle bir kaos’un içerisine doğarak başlar. Bebek bu kaostan kurtulmak, yaşadığı açlık, sancı, ağrı gibi duyumları yatıştırmak ve parçalanmış olarak deneyimlediği bedenini bütünleştirebilmek için kendini olduğundan daha kuvvetli ve becerikli görebileceği imgelerle özdeşleşir (Leader, 2016). Eksiksizliğe ulaşma amacındaki bebeğin bu kaostan kurtulmak için ona bütünlük ve tamlık vaat edeceğine inandığı imgelerle özdeşleştiği bu dönemi Lacan “Ayna Evresi” olarak tanımlamıştır. Diğer bir deyişle bu dönemde bebek kendi bedenini idealize edip henüz yapamayacağı şeylere gücünün yeteceğine inanır (Fink, 2020, s.134).  Anne ile bütünleşme arzusu ve beden imgesinin bütünlüğünün sağlanması bu dönemin iki temel özelliğidir (Tura, 2010). Ayna imgesi sayesinde kendini ilk defa bütün bir varlık olarak deneyimleme ve görme şansına erişecek olan bebek için bu imge aynadaki kendi yansıması olabileceği gibi (Leader, 2016), başka bir çocuğun imgesi de olabilir:

Kendimin kardeşim gibi bütün bir insana benzeyen bir imgesini oluşturabilirim: Onda kendimi görebilirim, hem gerçek hem de mecazi anlamıyla. “Benzer”imin (beni birçok açıdan andıran biri) veya bir akranımın imgesini kendi benlik duygum için bir dayanak, kendim diye düşündüğüm şeyin inşasında kaynağını ruhumun dışında bulduğum bir protez olarak kullanabilirim (Fink, 2020, s.141-142).

Benimsenmesi halinde benin esası ya da temel taşı haline gelecek olan ayna imgesinin tasdiklenmesi ise annenin onayına bağlıdır. Annenin bakışı, sesi, dokunuşu, yüzü; özetle bakımı bu imgeyi sabitleyendir. Böylelikle bebeğin yaşamının başlangıcında içinde bulunduğu kaos yerini simgesel düzene bırakır:

Bu örneğin, ebeveynin, çocuk aynada kendisine bakarken, “Evet bebeğim, o sensin!” nidasıyla olabilir. Bir çocuk genelde başını aynadan ebeveyne doğru çevirir, ebeveynin aynaya bakan çocuğa baktığını görür ve ebeveyn bağırmasa da çoğunlukla tasdiklercesine başını sallar veya el kol hareketiyle onaylama ifadesi gösterir. Bu Lacan'ın deyimiyle ayna imgesinin tasdiklenmesi veya onaylanmasına (entérinement) yol açar (Fink, 2020, sf142).

Anne yüzünün bebek için bir ayna görevi gördüğünü düşünen Winnicott da benzer bir şekilde bebeğin annesinin yüzüne baktığında kendisini gördüğünü düşünür: “Anne bebeğe bakmaktadır ve nasıl göründüğü orada ne gördüğüyle bağlantılıdır (2013, s.139)”.  Bu bakışın öznede nasıl deneyimlendiğini Orhan Pamuk’un şu sözleri aracılığıyla da örneklendirmek mümkündür:

Onun bakışı içinden çıkmak istemiyordum. Kendimi bu bakış altında, bu bakıştan oluşturmuştum ve bu bakıştan hoşnuttum. Her an gözlemlendiğimin bilincinde olduğum için varoluyordum çünkü. Sanki bu göz beni görmese ben de varolmayacaktım (1991, sf.190).

Özneyi var eden bakışın -ayna imgesinin- tasdiklenmesiyle birlikte kendi ile kendi olmayanın bir simge sisteminden dolayımlanarak ayrışması da gerçekleşir (Tura, 2010). Ayna evresine dek ben ve öteki ayrımını yapamayan çocuk için annenin onayı, bakımı ve bakışının içe yansıtılmasıyla ben ve öteki arasındaki geçişliliğe son verilebilir. Böylelikle çocuk doğrudan bir başkası olmak yerine onlarla empati yapmak, kendisini onların yerine koymak gibi daha uzun ve zorlu bir sürece girişebilir (Fink, 2020). Diğer bir deyişle ayna imgesinin tasdiklenmesi, kişinin ötekiyle arasında güvenli bir mesafe yaratmasının ve dünyayı sabit bir simge sistemini merkeze alarak anlamlandırmasının bir koşuludur (Leader, 2016).

            Peki bu ayna imgesi tasdiklenmediğinde, diğer bir deyişle çocuk annenin bakışı, dokunuşu ve bakımıyla karşılaşmadığında neler olur? Chloe’nin yaşadıkları bu soruya verilebilecek cevapların bir kısmına ışık tutabilecektir.

            Bu arayışa Chloe’nin terapi süresince annesi ile ilgili söyledikleri üzerine düşünerek başlanabilir. Annesiyle arasında hiçbir zaman sevgi olmadığını ifade eden Chloe;  çok zeki, güzel ve özgür biri olarak tanımladığı annesinin ona bakmak için  hiç zamanı olmadığını ifade eder.  Annesi Chloe henüz 7 yaşındayken ona, hiç hatırlamadığı tek gecelik bir ilişkinin sonucu olarak kazara doğduğunu söylemiştir. Annesinin babasını görse tanıyamayacağını düşünür. Hatta ona göre belki de babası annesiyle para karşılığında cinsel ilişkiye girmiştir. Chloe’nin annesi tarafından sembolize edilmemiş hamileliğinin onun üzerinde önemli bir etkisi olduğu şüphe götürmez. Chloe rüyalarında annesinin ona çok kötü bir şekilde bakıp onu yargıladığını gördüğünü; annesinin onu sevmediğini düşünüyor olmasının canını yaktığını söyler:

Paul: Nereni (acıtıyor)?

Chloe: Karnımı.

Winnicott, Chloe’nin de içine düştüğü bu durumu “Annenin yüzü çocuğa cevap vermiyorsa, o zaman ayna sadece bakılacak bir şeydir, incelenecek bir şey değil (2013, s.140)” sözleriyle aktarmıştır[3]. Diğer bir deyişle annesinin dünyasına yeterince davet edilmemiş bir çocuk olarak Chloe’nin ayna evresinde imgesinin tasdiklenmesi, sabitlenmesi büyük oranda mümkün olamamıştır. Ancak anneyle ilişkisinde eksik kalan bakım ve bakıştan, öteki tarafından tanınma isteğinden vazgeçmemiştir Chloe. Bundandır ki 25 yıllık hayatı boyunca imgesini tasdikleyeceğini ve sabitleyeceğini sandığı o bakışın peşine düşmüştür.

Çocukken oyuncu olup etrafındaki insanları baştan çıkartmak istediğini söyler Chloe; en çok da büyükleri, annesinin arkadaşlarını baştan çıkartmak istediğini anlatır. Ona bakılsın ancak dokunulmasın istemektedir. O yitirdiği bakışın peşinde modellik yapıp iyi paralar kazanır. Fotoğraf makinelerinin, kameraların ve gözlerin ona yöneldiği bu işi başta heyecan verici bulsa da bu işin sonraları üzücü bir hal aldığını söyler. Üzücüdür, çünkü başta bulduğunu sandığı o bakış bir türlü tamlık hissini sağlayamamıştır ne de olsa. Sonraları modellikten de vazgeçer Chloe.

Chloe’nin görüşmelerinin ilerleyen bir aşamasında, gözlerine bakan terapisti Paul’e “bana böyle baktığınızda var olduğumu hissediyorum” demesi yukarıda paylaşılan hikayesi ile birlikte  düşünüldüğünde anlaşılır hale gelir. Chloe sonunda aynasını bulmuştur. Böylelikle onu bir terapistin karşısına çıkaran semptomları birer birer ortadan kalkar. Ancak karın ağrılarının geçmesi, yani Paul’ün bakışını yakalamasını sağlayan semptomunun ortadan kalkıyor olması bir taraftan da endişelendirmektedir Chloe’yi. Hassas kalmak istediğini; o acı çekerken terapistinin güçlü kalacağını ifade eder.  Chloe’nin semptomlarının psikanalitik açıdan anlam ve işlevlerinin peşine düşmeye geçmeden önceki son adımda terapisti Paul ile arasında geçenlere değinilecektir.

 

İkiz Aşık ya da Tutku Oyunu

 

 

                “Analizan objet a’yı analistte  konumlandırırken, analist objet a’yı analizanda konumlandırmaz.”

Bruce Fink

 

 

            Chloe ile Paul arasında gerçekleşen son seansa kadar bedensel yakınmalarıyla, bu bedensel yakınmalarıyla çok yakından ilişkili ayna imgesinin sabitlenmesine dair sorunlarıyla, hissettiği (ancak izleyicinin henüz hissedemediği) tekinsizlikle, çok utangaç ve rahatsız halinde onu koruyacağını umduğu hayali ikiziyle Chloe’nin psikozun sınırında olduğunu söylemek mümkündür. Filmin başında doktorunun tekrar o kadar fazla kilo vermemesi önermesi ve onu terapistle görüşmeye götüren semptomunun karın ağrıları olması, ayna evresinin temel özelliklerinden birinin beden imgesinin kazanılması olduğunu ve Chloe’nin ayna imgesinin sabitlenip tasdiklenmediğini düşündüren sözleri hesaba katıldığında Chloe’nin psikozun sınırında olduğunu söylemek mümkündür. Beden imgesi inşasında bir sorun yaşayan ve ayna evresindeki birleştirme işlemi büyük oranda gerçekleşememiş Chloe’nin içine düştüğü bu durumun bedensel istikrarını sağlamak için giriştiği kendi kendini iyileşme girişimleri (Leader, 2016) olduğu söylenebilir.

            Psikozun sınırındadır Chloe, ancak psikotik olup psikozu hiç tetiklenmemiş bir çokları gibi, onun hayatı da bu ana kadar bir çöküş ya da çözülme olmadan devam edebilmiştir (Leader, 2016). “Ötekini bir serap ilişkisine sokmaya ve onu kendisinin sevilebilir olduğuna ikna etmeye (Lacan, 2013, s.281)” çalışan Chloe, oyuncu olmayı hayal etmiş, modellik yapmış, modelliği sırasında bir dönem çok kilo vermiş; bir türlü beklediği, her ihtiyacını gidereceğini sandığı bakışı yakalayamasa da onun için çaba göstermeyi sürdürmüştür. Diğer bir deyişle Chloe bedeninin libidinal hayatını, bedeninin imgesini ve dili birbirine bağlamak için çaba göstermeyi hiç bırakmamıştır.

            Aslına bakılırsa terapisti Paul’ün karşısına çıkmak da bu yönde atılmış bir diğer adımdır. Ve bu adım gerçekten iyi gelir Chloe’ye; karın ağrıları geçer, hatta bir iş bile bulur.

Onu var eden bu bakış sayesinde bulduğunu söylediği müzedeki gözetmenlik işiyle ilgili şunları söyler Chloe: “Bir müzede yarı zamanlı iş, parası da iyi… Gözetmenlik… Tuhaf değil mi? İnsanları izlemek çok garip… Ne de olsa orası bir müze, hapishane değil.” Lacan’ın Psikanalizin Dört Temel Kavramı adıyla çevrilen kitabında “Skopik alanda bakış dışarıdadır, bana bakılır, yani ben tabloyumdur. Öznenin görünürlük alanında kuruluşunun en temelindeki işlev budur(2013, s.114)” sözleriyle ifade ettiği durumu Chloe’nin müzedeki gözetmenlik işine dair söyledikleriyle birlikte düşünüldüğünde Chloe’nin bu anlaşılması zor sözleri berraklaşacaktır. Gözlenen, bakılan olmak isteyen Chloe; insanların gönüllü bir şekilde müzeye gelip bir tabloya ya da heykele bakmasını anlamlandıramamaktadır. Hapishanedeki insanlar için gardiyan onların kaçma arzuları ile aralarına girendir. Ancak müzede insanların bir tablo ya da heykel ile ilgili ne arzuları olabilir ki? Chloe için anlaşılmaz ve tuhaf olan tam da budur:

Yapıt insanlara, en azından bazılarının arzularından istifade ederek yaşayabildiğini göstermek suretiyle onları yatıştırır, teselli eder. Ama yapıtın onları bu kadar tatmin etmesi için aynı zamanda başka bir olayın daha olması ve onların kendi arzularının da yapıtı izlerken belli bir doyuma ulaşması gerekir. Yapıt onların, bildik deyişle, ruhlarım yükseltir, yani onları feragate teşvik eder. Bakış terbiyecisi olarak adlandırdığım işleve işaret eden bir şey var burada, görüyor musunuz (Lacan, 2013, s.119)

Dahası işini gerçekleştirirken bakılan değil bakan konumundadır Chloe ve ona göre bu durum olsa olsa bir hapishanede mahkum edilmiş ve başka bir alternatifi olmayan birinin yapabileceği bir şeydir. Görünür olamamış, annesinin bakışını yakalayamamış, bu anlamda da özneliğinin kuruluşuna dair önemli sorunlar yaşayan Chloe, kendinden öte bakılacak bir tablo arayan insanları da, o insanlara bakmak zorunda kalmasını da tuhaf bulmaktadır.

            Tuhaf bulsa da, burada bakılacak hiçbir şey yok diye haykıran siyah bir duvarın önünde, siyah kıyafetlerde neredeyse kamufle olmuş bir şekilde oturabilmeye; bakışları üstünde toplayan sanat eserlerinin yanında bakılmadan geçilen olmaya, görünmez olmaya katlanabilir Chloe. Ne de olsa aynasını, onu var eden bakışı bulabilmeyi başarabilmiştir:

Lacan'ın (2015, s. 193) dediği gibi, analiz kendiliğinden analizanı sevilen konumuna sokar. Analizan konuşarak sevilebilir bulunmayı talep eder, biz analistler de analizanı önemli biri olarak ele alır, onu daha önce kimsenin dinlemediği şekilde dinleriz (Fink, 2020, s.101).

            Karın ağrıları geçip iş hayatını düzene sokabilmiş Chloe’nin hayatı iyi gitmektedir. Çünkü annesinin  eksik bıraktığı ayna işlevini yerine getiren bir ikame olarak terapistinin karşısındadır.  Onu tamamlayacağını sandığı, eksiğini giderecek olanı, objet a’yı Paul’de konumlandırabilmiştir. Ancak bu durum gerçekten de Chloe’nin eksiğini giderecek olanın Paul’de ya da başka herhangi bir terapistte olduğunu düşündürmemelidir. Terapist bütün soruları sorduğu için bütün cevapların da onda olduğuna inanılır sadece (Fink, 2020). Bildiği varsayılan özne olarak terapistin bu varsayım karşısında sarsılmaz bir pozisyonunun olması terapinin[4] amaçlarına ulaşabilmesi için elzemdir:

Biz analistler, fitillemeyi başardığımız şeyin, kişilikleri olan kanlı canlı insanlar olarak kendimize değil de, objet a’ya duyulan aşk olduğunun bilincindeyizdir. Analizanı ateşe vermeyi “kendimiz adına” sevilmek için değil, analizan analiz denen zor çalışmayı sırtlayabilsin diye amaçlarız. Biz analistler sadece başka bir şeyin yerini tutan vekilleriz (Fink, 2020, s.102-103).

Bu anlamda aktarım aşkının aslında terapiste değil, hastanın terapistin ötesinde var olduğunu sandığı şeye yöneldiği bilinir. Hasta için terapistten vazgeçmek, ancak bu bilgiye dayanan, arzusunun nesnesini hastada konumlandırmayan terapistin sarsılmaz pozisyonu aracılığıyla mümkündür:

Analizdeki kişi yoldaşı olan analiste şunu der: Seni seviyorum, ama açıklanamaz biçimde, sendeki bir şeyi  —objet petit a— senden de çok sevdiğim için, seni sakatlıyorum (Lacan, 2013, s.282).

Bu vazgeçmenin yaşanamadığı durumlarda[5] özne için dünya dayanılmaz ve kaotik bir yer olacaktır. Böyle bir durumda özne ihtiyacı olan, eksikliğini giderebilecek her şeyin terapistte olduğu sanacak; eksikliğinin sembolize edilmesi ve ben ile ben olmayan ayrımının yapılması mümkün olmadığından bir dünyada salınıp duracaktır:

Dünyamız kendimiz ve yansımamızdan ibaret kaldığında, ya ötekiyi ya da kendimizi yok etmek zorunda kalacağımız, bitmek bilmez bir savaşa yakalanırız. Ötekinin istediğini biz, bizim istediğimizi de o isteyecek, bu da ölümcül bir gerilim yaratacaktır (Leader, 2016, s.59)

Bu gibi durumların terapistin pozisyonundan kaynaklandığı örnekler, yani terapist ve hasta arasındaki sınır ihlallerinin psikanaliz tarihinde önemli bir konu olması yeni bir şey değildir. Psikanalizin kuruluşunun dahi benzer bir yakınlaşmanın, sınır ihlalinin ürünü olduğunu iddia etmek mümkündür. Psikanalizin henüz emekleme çağlarında Joseph Breuer ile Anna O. takma adı ile bilinen Bertha Pappenheim arasında yaşananlar bu sınır ihlallerinin ilk örneğidir. Gittikçe artan bir sıklıkta Anna O. ile görüşen Breuer tedavideki uygunsuzlukları fark etmesiyle tedaviyi sonlandırmıştır. Bu ani sonlandırmanın hemen sonrasında ise Anna O. histerik bir doğumun sancılarını çekmeye başlar. Bu tarihi psikanaliz çalışmasının sonlanmasıyla ortaya çıkan bu hayali bebeğin babası ise Joseph Breuer’den başkası değildir elbette (Fink, 2020). Psikanaliz tarihinde benzer bir yakınlaşmaya dair bir diğer örnek ise hastalarıyla “öpme/öpüşme tekniğini” kullanan Sándor Ferenczi’dir. 1931 yılında Viyana’da Ferenczi ile üç gün geçiren Freud, Ferenczi’nin tedavi için kullandığı yöntemlerin karşısında afallamış ve bu tedavi yöntemleri için “(bu yöntemler) bana arzu edilebilir herhangi bir sonuç doğurmayacak gibi gözüküyor” demiştir (Hoffler, 2018,  s.106).  

            Bu noktada etik ilkelerin, sınırların ve psikoterapi çerçevesinin önemli bir işlevi üzerine düşünülebilir: Hastayı bu yakınlaşmanın yıkıcı sonuçlarından korumak. Psikanalitik bir bakış açısıyla değerlendirildiğinde etik ilkeler, sınırlar ve çerçeve gibi üçüncülerin eksiğimizi gidereceğini sandığımız, bütünleşmek istediğimiz ilk nesnemizle aramıza girdiğini ve böylelikle psikoterapide bir anlamda ödipal sürecin tekrardan sahnelendiğini, o ölümcül kavşağın bir kez daha dönülmeye çalışıldığını söylemek mümkündür. Böylelikle psikoterapistin tüm işlevinin hastanın ayna imgesinin tasdiklenmesi olmadığını görmek mümkündür. Terapist bu işlevi bir süreliğine hasta önceki ilişkilerinde tekrar ettiklerini bırakabilsin, bu döngüyü kırabilsin diye sürdürür sadece (Fink, 2020). Terapistin işlevine benzer bir şekilde, bakım verenin tek yaptığı da çocuğu için bir ayna işlevi görmek ve onun ayna imgesini tasdiklemek değildir. Bakım veren aynı zamanda çocuğun libidosuna sınırlar koyandır da:

Freud bedenin cinsel enerjisine “libido” demiştir; büyümenin bir parçası, bedensel uyarımın boşaltılması ve yeniden yapılandırılmasıdır. Bize neyin ne zaman yeneceği, boşaltımın ne zaman yapılıp yapılmayacağı, ne zaman bakıp bakamayacağımız, dinleyip dinleyemeyeceğimiz, vücudumuzu örtmek için giysiler giymemiz gerektiği, başka insanların önünde kendimize dokunamayacağımız vs. söylenir. Ebeveynlerin sürekli bu kadar bitkin düşmesinin sebebi, durmaksızın çocuklarının libidolarına sınır koyuyor, çocukların doğru dürüst toplumsal varlıklar haline gelmesini sağlayacak simgesel “hayır”ları aktarıyor olmalarıdır. Libidoyu kaldıran simgesel, bedeni kırpar. Beden bu şekilde ne kadar kurutulursa, dünya da o kadar yaşanılır hale gelir (Leader, 2016, s.64).

            Ancak Paul, Chloe için bu sınır koyma, simgesel hayırları aktarma görevini başarıyla yerine getirememiştir. Bu başarısızlığının arkasında ötekini iyi etmeye yetecek olanın kendinde olduğuna inanmasına neden olan grandiyöz fantezileri filmin ilerleyen bölümlerinde de karşımıza çıkar. Öpüşme gerçekleşmeden hemen önce “Dermanımın siz olduğunu düşünüyordum.” sözleriyle Paul’ün eksikliğini sorgular Chloe; oldukça büyük bir güç atfetmiştir Paul’e. Chloe’ye derman olacak olan Paul’ün uyguladığı tedavi, onun sözleri, bilgisi ya da başka bir şey değil; doğrudan Paul’ün kendisidir! Ona atfedilen bu güç karşısında sarhoş olmamak, kendinden geçip yansıtılan bu gücün gerçekliğine inanmamak terapist olarak Paul’ün zaruri bir görevidir. Ancak kendi eksikliğini yadsıyan, ötekinin eksikliğini çektiği şeyin kendinde olduğuyla ilgili fallik inancının pençesindeki Paul, bu sözlerin de yarattığı sarsılmayla onu öpmeye yeltenen Chloe’nin bu öpücüğüne karşılık verir. Bu öpüşmeyle birlikte Chloe’nin yaşanır kılmaya çalıştığı dünyasının bir anlamda yıkıldığını; tekinsizin ötesine,  kaosun hüküm sürdüğü alana geçtiğini söylemek mümkündür.

 

 

Konudışı için Tekinsiz

 

"Ruha gelince,

tanıyacaksa kendini,

bir başka ruhun

derinliklerine bakması gerek:

hem yabancı hem düşman, aynada gördük onu."

Yorgo Seferis

 

            Ona bakılsın ancak dokunulmasın isteyen Chloe için karşılığını bulduğu bu öpücük oldukça yıkıcı sonuçlar doğuracak, o psikotik semptomlar deneyimlerken, izleyicilere düşen de tekinsizlik olacaktır. Darian Leader, psikozun sıklıkla bir aşk ve yakınlaşma sonrasında tetiklenmesini şu sözlerle açıklar:

Burada Öteki’nin arzusunun yakınlığı tetikleyici etki taşır: cinsel bir deneyim, âşık olma hissi yahut başka birinin ilgilendiği nesne olma hissi. Böyle anlarda simgesel, herhangi bir dolayım veya yanıt sunamaz ve kişi esrarengiz güçlerin insafına kaldığını hisseder. Ortada destek verecek bir anlamlandırma, böyle bir anlamlandırma sunacak bir imleyen yoktur (2016, s.208).

Bedensel istikrarının sağlanması ve ayna imgesinin tasdiklemesine dair semptomları düşünüldüğünde sembolik düzenin içselleştirilmesine dair sorunlar yaşadığı söylenebilecek Chloe için bu öpüşmeyle birlikte başına gelen değişikliği anlamlandırmak ne yazık ki mümkün değildir; yalnızca bir delik deneyimleyebilecektir Chloe:

Lacan’a göre psikozun tetiklenmesi esnasında açılan delik buydu. Simgesel her biri diğerleriyle bağlantılı imleyenlerden oluştuğu için, ayrıcalıklı bir terimin eksik olduğu hissedildiğinde, bunun etkileri ağın tamamına yayılıyordu. Psikozda tam da bunu görürüz. Önce gerçekliğin tek bir unsuru konuşmaya başlar, sonra tamamı: komşunun verdiği bir selam, diyelim ki ahlaki bir kınama olarak anlaşılır, sonrasında sokaktaki herkes dedikodu yapmaya başlar. Hezeyanlı süreçte kişi önce eşinin, sonra hısımların, akrabaların, doktorların, medyanın, hakimlerin, vs. kendisine komplo kurduğunu düşünebilir. Bir domino etkisi söz konusudur (Leader, 2016, s.196)

Chloe’nin tekinsiz hissettiren deneyimlerinde de benzer bir yayılma izleyiciyi beklemektedir. Paul ile birlikte yaşamaya başlayacak olan Chloe, yeni komşularıyla ilk karşılaşmalarında komşularının kedisinin yeni öldüğünü, yerleştikleri evin eski sahiplerinin ise hamilelik nedeniyle taşındığını öğrenir. Bu iki bilginin filmin devamında Chloe’nin başına gelenlerle oldukça yakından ilgilidir. Beden imgesini tasdikleyeceğini sandığı yeni aynasını bulmuş; dolayısıyla da eksikliğini sembolize etmesine gerek kalmamış Chloe, kedisinin 2 yıl önce öldüğünü söyleyen komşularına “yeni bir tane alın” sözleriyle karşılık verirken aslında

kendi yakınmaları için bulduğu son çözüm yolunu anlatır.

            O ana dek, seanslar sırasınca birlikte geçirdikleri her an Paul’ün bakışlarını üstünde hisseden Chloe için Paul’ün henüz olmadığı yeni evlerinde geçirdiği ilk saatlerde de benzer bir tekinsizlik bizleri bekler: Paul’ün pasaportunda bildiğimiz soyadı olan Meyer değil, DePaul yazmaktadır. Paul’ün bu durumu “buraya taşınınca annemin soyadını aldım” şeklinde açıklaması, izleyiciyi şüpheye düşürür. Ancak Chloe, Paul’ün bir şeyler çevirdiğinden emindir:

Kişinin dünyasında imleyenle imleneni birbirinden koparan bir gedik açıldığında, anlam düzeyindeki bu yokluk sonradan belli bir anlamın katiyetine dönüştürülmektedir. Katiyet, dünyada o kişiyi doğrudan ilgilendiren bir şey bulunduğuna ilişkindir – bundan daha azı veya fazlası olması gerekmez (Leader, 2016, s.138)

Paul’ün Chloe’nin kedisi Milo ile ilgili “bakıyorum da kedin çok rahat” sözleri de, sevişmeleri esnasında yatak odasına girmesi üzerine söylediği “kedi için yatak odasında olmaz demiştik” sözleri de benzer bir etkiyi yaratacaktır. Birlikte kaldıkları ilk gecenin sabahında tuhaf bir rüya gördüğünü söyleyen Chloe’ye Paul “normal, hele bir yabancıyla uyurken” şeklinde cevap verir. Sözlerine “Hastanede yoğun bir gün beni bekliyor” şeklinde devam eder Paul; ilgisini ve bakışını Chloe’den uzağa çevirerek. O ana dek tüm eksikliğini gidereceğini, ona cenneti vaat ettiğini sandığı Paul’ün, kedisinden rahatsız olduğunu ifade eden, kendisini bir yabancı olarak tanımlayan, ondan başka ilgilenecek şeyleri olduğunu anlatan bu sözleri cehennemin habercisidir. Ne de olsa çok yakın bir zamana kadar gözlerini ondan ayırmayan, ondan başka bir şeyle ilgilenmeyen Paul artık karşısında değildir. Artık kendi işiyle de ilgilenen, Chloe için yaptıklarını başkalarına da yapan; tüm bunların ötesinde artık kendi arzularının peşinde koşan bir nesne vardır karşısında. Paul’ün Chloe’nin ötesinde bir şeylerle ilgileniyor olması, ikiden bir yapma, kaynaşma ve tamamlanma tutkusuyla yanıp tutuşan Chloe için dayanılmazdır:

Nesnenin kaybını tersine döndürme, kayıp bir nesne yokmuş gibi yapma, anneyle çocuk arasındaki yarığı telafi etme veya Aristophanes’in deyimiyle, Zeus'un göksel varlıklara kızgınlığı yüzünden ayırdığı iki varlığı kavuşturma çabasıdır. Bu en iyi ihtimalle hayali bir projedir ancak aynı zamanda çoğumuzda herhangi bir zamanda deneyimleyebileceğimizden çok daha fazla tutkuyu açığa çıkarır (Fink,2020, s.164).

Büyük bir tutkuyla bağlandığı bu hayali projenin yıkılıyor olmasının yarattığı örselenme ile karşı karşıya kalan Chloe için belki de son darbe otobüsle dönerken Paul ile bir kadının konuştuğunu görmesidir. O kadınla Paul’ü konuşurken gören ya da gördüğünü sanan Chloe’nin başına gelecekleri Darian Leader’ın şu sözleri aracılığı ile anlamlandırmak mümkündür:

Colette Soler’in belirttiği gibi, başlangıçtaki tetiklenme safhasının ardından, psikotik öznelerin çabaları şu iki doğrultuya yönelir: hezeyan veya yaratım yoluyla dünyaya bir şey ilave etmek ya da kendine zarar verme veya değişim yoluyla dünyadan bir şey çıkarmak. Bunların her ikisi de kendi kendini tedavi girişimleridir (2016, s.195)

Chloe’nin de hayatını düzeme sokmak amacıyla hayatına bir şeyler ilave ettiğini görürüz filmin devamında: Önceki gün Paul ile kadını konuşurken gördüğü binaya giden Chloe duvarda Psikanalist Louis Delord’un adını görür ve Louis Delord’dan randevu alır. Paul’ün, ona cenneti vaat eden nesnesinin, Chloe’yi eksik bırakarak ona zulmeden taraftarını tümden iyi taraflarından ayırarak iyi nesneyi koruyabilmeye çabalayan Chloe için Louis, bu bölme için ihtiyaç duyduğu bir diğer nesne olarak ortaya çıkar. Kleinyen açıdan düşünüldüğünde Chloe gibi erken dönem kaygılarının etkisi altına girmiş öznenin herhangi bir eksikliği kötülüğün saldırısı olarak deneyimlediğini söylemek mümkün. Klein bu deneyimi bebeğin meme ile kurduğu ilişki üzerinden şu sözleriyle anlatır:

Haset duyulan ilk nesne besleyen memedir, çünkü bebek bu memede kendi arzuladığı her şeyin bulunduğunu, memenin sınırsız süt ve sevgi verebileceğini ama bunları kendi doyumu için alıkoyduğunu sanıyordur (2016, s.25).

Melanie Klein’a  göre bebek yaşamının başlangıcı itibariyle onu besleyen memeyi (iyi nesnesini) koruyabilmek adına ona zulmeden başka bir meme (kötü nesne) olduğunu düşlemler:

Mutlu deneyimlerinin yanında kaçınılmaz üzüntü ve gücenmeler de vardır çocuğun yaşamında; bunlar, sevgiyle nefret arasındaki, daha temelde de yaşam ve ölüm içgüdüleri arasındaki doğuştan gelen çatışmayı körükler, bir iyi bir de kötü meme olduğu duygusuna yol açar (2016, s.21-22)

Klein’ın bu kavramsallaştırması ışığında düşünüldüğünde Louis’in ortaya çıkmasının nedenleri daha iyi anlaşılabilecektir. O kadınla konuşan, zaman zaman ona kötü hissettiren gerçekten Paul müdür yoksa Louis mi? Dünyaya Louis’i eklediğinde “Bana böyle baktığınızda var oluyorum.” dediği bakışı korumak, o bakışı kesintisiz hale getirmek mümkün olabilecektir Chloe için.

Chloe ile birlikte yaşamaya başladıkları andan itibaren Paul, kedisi Milo’ya söyledikleriyle, başkalarına yönelen ilgisiyle ve son olarak Milo’yu bir odaya kapatmasıyla oldukça kötü bir nesneye dönüşmüştür. Bu kötü nesnenin karşısında bir kez daha paramparça hisseden Chloe’nin bu parçalanmış hali Louis’in ofisine girerken karşısına çıkan aynalarda da görülebilir. Louis’in ofisinin bekleme salonunda elini bir kez daha çiçeklerin toprağına daldıran Chloe, karşısında yine Paul’ü görür; ya da sonradan anlaşılacağı üzere Paul’ün ikizi Louis’i.

            Paul’ün fallik ve tümgüçlü bir pozisyonda, oldukça saldırgan bir biçimde Chloe’nin öpücüğüne karşılık verdiği düşünülürse Louis’in her şey bilen, fallik ve tümgüçlü tutumu da şaşırtıcı değildir. Chloe ile ilgili her şeyi bilen ötekidir Louis: İkiz kardeşim var diyerek, annem öldü diyerek onu kandırmaya çalıştığını; bu yalanları söyleyerek karşısındakini tahrik etmeye çalıştığını bildiğini bir çırpıda söyler. Dahası seansın ortasında kalkıp telefonunu açabilen Louis  bakışını henüz ilk andan itibaren Chloe’den ayırmıştır.  

            Bir sonraki seansta öfkeyle seansı oldukça erken ve hızlı bir şekilde sonlandıran Louis’i öpmeye yeltenir Chloe. Ancak Louis Paul’den farklı olarak ne bu öpücüğe karşılık verir ne de Paul’ün yaptığı gibi Chloe’nin uzattığı parayı reddeder.

            Dermanımın siz olduğunu düşünüyordum sözleriyle yaklaştığı Paul’ün onu iyileştireceğini sandığı öpücüğüyle dünyası kaotik bir hal alan Chloe için Louis’in bu tavrı yine önemli bir örselenmeyi, eksikliği beraberinde getirir. Eksikliği sembolize edilmediği, kendisi ve nesneden ibaret dünyanın yaşanılmaz olduğu düşünülürse bu örselenme, ilişki kurmak istediği ötekiyle arasına giren bu engel, Chloe için hayatı yaşanılır kılabilecek olandır aslında. Ancak paranoid-şizoid konumda özne, eksikliğe dayanamadığından nesnesini yutmak (M.Klein, 2016), onunla bir bütün olmak isteyecektir; Louis’in bu tavrı dayanılmazdır Chloe için.

            Filmde bir süre bu dayanılmaz eksiklikleri, ona yönelen bu zulmü ortadan kaldırmak niyetiyle dünyayı anlamlandırmaya çalışan, kimin iyi kimin kötü nesne olduğunu kavramaya çalışan Chloe’nin zihnindeki salınımlara şahit oluruz: Paul onu eksik bıraktığında Louis iyi bir nesneye dönüşürken, Paul onu mutlu ettiğinde, ondan istediğini Chloe’ye verdiğinde ise Louis birden kötü bir nesneye dönüşür.

            Bu ölümcül döngü bir türlü son bulmaz. Chloe onu eksik bırakanın ne olduğunu anlamlandırmak, böylelikle eksikliği ortadan kaldırmak için hayatına Louis’i dahil etmiş; ancak Louis ondan beklenen bu işlevi yerine getirmek şöyle dursun Chloe’nin daha da sarsılmasına neden olmuştur. Chloe’nin bu yeni sarsılmaları da anlamlandırmak ve bu örselenmeler ile başa çıkmak için dünyaya yeni bir şey daha ilave etmesi gerekecektir: Kendi ikizini, yani Sandra’yı.

Yavuz Erten 19 Temmuz 2020’de gerçekleşen “Tekinsizlik, İkizlik, Ev Sahipleri, Hayaletler ve Atalar” başlıklı konuşmasında tekinsiz eşin ortaya çıkışını şu sözlerle anlatmıştır:

Eş yok olma tehdidine karşı bir ilaç olarak ortaya çıkmışken, bireyi de ikiye bölmüş olmaktadır. Bu bölme bize olmak istediğimizi gösterdiği kadar, olmaktan korktuğumuzu da göstermiş olur. Kurtarıcı olan, düşman olur bir süre sonra.

            Psikanaliz yazınında eş/ikiz kavramının tartışılması oldukça erken bir tarihe dayanır. Otto Rank 1914 tarihli “Double: A Psychoanalytic Study” isimli kitabında edebi eserlerde ikiz/eş kavramının nasıl ortaya çıktığı, ve bu kavramın ne anlama geldiği üstüne oldukça detaylı bir çalışma yürütmüştür. S.Freud sık sık atıflar yaptığı bu eser ile ilgili Tekinsiz makalesinde şunları söyler:

“Çift” teması Otto Rank (1914) tarafından son derece kapsamlı olarak işlenmiştir…Otto Rank'a göre “çift” özünde Ego’nun yıkımına karşı bir güvence, “ölümün gücünün devingen bir yadsınması” idi ve olasılıkla “ölümsüz” ruh bedenin ilk “çift”'iydi… Ancak bu gibi görüşler sınırsız benlik sevgisi toprağından, çocuğun ve ilkel insanın aklına egemen olan ilkel narsisizmden yeşermiştir. Ama bu evre aşıldığında “çift”, görünümünü tersine çevirir. Ölümsüzlüğün güvencesi olmaktan çıkıp ölümün tekinsiz habercisi haline gelir (1999, s.341).

Freud en sık karşılaşılan tekinsizlik temalarında çift görüngüsünün tekrarlandığını fark etmiştir. Bu temalardan ilki biri diğeriyle aynı bilgiye, duygulara ve deneyime sahip bir çiftin ortaya çıkması; ikincisi benliğin çiftleşmesi, bölünmesi ve iç geçişimi; üçüncüsü ise aynı şeyin sürekli bir yinelenmesidir (1999).  Bu üç temanın bu filmde karşılaştığımız tekinsiz öğelerde de nasıl  karşımıza çıktığını fark edebiliriz: Filmde hem Paul hem de Chloe bölünmüş ve ikisinin de ikizleri ortaya çıkmıştır. Chloe’nin başına gelenlerin benzerleri ikizi Sandra’nın da başına gelmiş, Chloe her iki terapistin ofisinde de elini toprağa soktuğu anda terapistler tarafından yakalanmıştır. Film süresince bu temalara uygun şekilde ortaya çıkan çift görüngülerinin örneklerini çoğaltmak mümkündür.

            Filmin bu noktasında Chloe’nin ikizi olarak ortaya çıkan Sandra, bir dönem Paul’ün sevgilisi olmuş, Louis ona tecavüz edip Paul tarafından suçlandıktan sonra kendini vurup yatalak kalmıştır. Böylelikle her şey bir anlığına berraklaşır Chloe için. Louis kötü, Paul ise iyi nesnedir. Paul’ün Chloe’yi eksik bırakmasının suçlusu Louis’dir: Aynısı daha önce Sandra’nın da başına gelmiştir ne de olsa. Sandra’nın bu şekilde ortaya çıkışı da -aynı Louis’in ortaya çıkışında olduğu gibi- Chloe için dünyaya bir şeyler ekleyerek başına gelenleri anlamlandırma, simgeselde meydana gelen deliği ortadan kaldırma girişimidir yine.  Ancak bu girişimin kaderi de benzer olacaktır. Nasıl ki Louis’i dünyaya eklediğinde dünyası daha kaotik bir hal aldıysa, Sandra’nın ortaya çıkışı da işleri kolaylaştırmayacaktır Chloe için. Çünkü Sandra Chloe’nin ikizi olduğuna göre, aynı annenin çocukları da olmaları gerekir ve Chloe’nin annesi tarafından hiç sevilmediğini söylediğini tekrar hatırlarsak sevilen çocuk Sandra olmalıdır. Sandra’ya gerçekleşen bu ziyaretinde annesinin sadistik saldırılarının bir kez daha hedefinde  kalır Chloe: “Yoksa onların (Paul ve Louis) kurbanlarından biri de sen misin? Ama sen bundan zevk aldın. Küçük orospu! Bundan zevk aldın, pis sapık!

            Filmin sonuna yaklaştığımız bu noktada Chloe bu sefer dünyasından bir şeyi çıkartmayı deneyecektir. Tüm bu hengameyi ortadan kaldırmak, filmin bir noktasında bulduğunu sandığı o mutlak iyilik halini tekrar kazanmak ancak geçmişte Sandra’ya yaptıklarını kendisine de yaparak ona zulmeden kötü nesneyi, yani Louis’i  ortadan kaldırmakla mümkün olacaktır. Artık bir cehenneme dönüşmüş dünyasını tekrar cennete çevirebilmek adına Louis öldürülmelidir.

Louis’i ya da Paul’ü, iyi ya da kötü nesnesini vurur vurmaz (silahı kime doğrulttuğundan Chloe de emin değildir) doğum sancıları çekmeye başlar Chloe. Bu doğumu anlamlandırmak Chloe’nin hem Paul’ün, hem de Louis’in ofisindeki çiçeklerin topraklarına elini daldırdığı göz önünde bulundurulup, filmin henüz başında, filmin dil üzerine kurulu 10 dakikasında Paul’e anlattığı şu rüyanın hatırlanmasıyla mümkün olabilir:

“Rüyamda sizi gördüm… Hamileydim. Kimden olduğunu bilmiyordum ama kendimi iyi hissetmiyordum. Karnımın patlayacağından korkuyordum. Burada, bir jinekolojik masanın üstünde uzanıyordum. Elinizde metal aletler vardı, işkence aletlerine benziyorlardı. Dikkatli olmanızı söyledim ama hiç cevap vermediniz, sonra bacaklarımı açıp vajinama baktınız. Bana tecavüz edeceğinizi düşünüp bacaklarımı kapattım ben de. Saçma geliyor, değil mi?”

            Chloe’nin toprak anadan bir parça çaldığı bu iki sahne de, filmin henüz başında anlattığı rüyası da filmin bu noktasında olacakların bir habercisidir. Bu sahnede bakımı ve bakışıyla yeterince karşılaşmadığı annesine ve onun bedenine yönelen haseti bir türlü dinmemiş Chloe’nin  erken dönem düşlemlerine şahit olduğumuz söylenebilir. Bu erken dönem düşlemlerinde onu sevmeyerek ona zulmetmiş annesinin çocuğunu çalmıştır Chloe. M.Klein kız çocuklarıyla yaptığı çalışmalarda çok sık bir şekilde gözlemlediği bu temayı şu sözlerle aktarır: 

Kız çocuğun düşlemleri ve heyecanları, genel olarak iç dünyası ve iç nesneleri çevresinde kurulmuştur; Oidipus rekabeti özellikle annesinden babasının penisini ve bebekleri çalma eğilimiyle kendisini dışavurur, bedenine saldırılacağı ve iyi nesnelerin yaralanacağı ya da misillemeci anne tarafından alıp götürüleceği korkusu, kaygılarında önemli ve rol oynar (2012, s.312)

Aynı doğumun bedenin kesilerek bebeğin çıkarılması şeklinde gerçekleştiği erken dönem düşlemlerinde olduğu gibi (Klein, 2012) Chloe’nin de karnı yarılarak bir bebeğin çıktığını görürüz. Dahası Chloe’nin annesinin istemeyerek hamile kaldığını, hamileliği çok geç fark etmesi nedeniyle sürdürmek zorunda kaldığı göz önünde bulundurulursa, şu an gerçekleşen bu doğum aracılığıyla Chloe aynı zamanda kendi sembolize edilmemiş doğumunu da gerçekleştirebilmiş olacağı düşünülebilir. Darian Leader’ın (2016) paylaştığı şu vaka, bu açıdan Chloe ile önemli benzerlikler göstermektedir:

Bir kadının psikozu ilk defa adeti geciktiği anda patlak verir. Hamile olduğundan endişelenmeye başlar ve gitgide artan bir sıklıkla “karnımda bir şey var” fikriyle doktoruna görünür… Hastanın annesi, doktor olan kendi babasının ölümcül hasta olduğunu öğrendiğinde düşük yapmıştır ve babasına bu trajediden hiç bahsedilmemiştir. Hastanın ifadesiyle, “bu hamileliğe sözcük değmemiştir”. Kısa bir süre sonra, anne hastaya hamile kalmış ve bu sefer ölüm döşeğindeki babasına haber vermiştir…“Ben ölseydim,” der, “o sağ kalabilirdi”. Çocukluğunda annesinin “yanlış kişiye annelik yaptığını” hissetmiştir: “Benden önceki çocuğa annelik yapıyor olmalıydı.” Ve ölü fetüsün bir parçasının annenin içinde kalıp sonradan kendisine aktarıldığına emin olmuştur… Kızın kimliği düşürülen bebeğinkine eşdeğer olmuştur: “Düşürülmüş bir fetüs gibi hissediyorum,” der. Yıllar sonra psikozu tetiklenirken, bir doktorun “içinde bir şey olduğunu” kabul etmesi için didinip durmuştur; annenin hiç sembolize edilmemiş olan ilk hamileliği onun için şimdi gerçekte geri dönüyor gibidir (2016, s.211-212).

Aynı Leader’ın paylaştığı bu vakada olduğu gibi, Chloe’nin de karnındakinin herhangi bir bebek değil, annesinin rahmindeyken yuttuğu ikiz kardeşi olduğu ortaya çıkar. Aynı annesinin Chloe’ye hamileliğini çok geç fark etmesi gibi Chloe’nin karnında kardeşini taşıdığı, karın ağrısı nedeniyle gittiği onca doktor tarafından nasıl olduysa hiç fark edilememiştir. Bu haberi verdiği anda Paul’ün ve Chloe’nin annesinin şaşkınlığını suratlarından okumak mümkün.

 

Sonuç

            Chloe’nin geçirdiği ameliyatın da; karnında taşıdığı, önceleri bebeği sandığı ikizinin de kaotik dünyasına bir düzen getirmek, etrafında olup bitenleri anlamlandırıp kontrol altına almak için ortaya çıkan semptomları olduğu söylenebilir. Chloe’nin sembolize edilmemiş doğumu, çocukluğunda tasdiklenmemiş ayna imgesi ve tüm bunların üstüne oldukça saldırgan bir şekilde onu öpen, sınır tanımaz terapisti tüm bu semptomların ortaya çıkmasına neden olmuş ve Chloe temelde iyileşebilmek, başına gelenleri anlamlandırabilmek için tüm bu semptomlara ihtiyaç duymuştur. Peki Louis’in ortadan kaldırılıp, ardından bu doğumun da gerçekleşmesiyle, her şeyin yerli yerine oturmasını, kaosun son bulup düzenin ortaya çıkmasını sağlayabilecek midir?

Bu noktada Darian Leader’ın sözlerine son bir kez daha dönmek faydalı olacaktır:

Bu deneyimler çoğunlukla devamlıdır, dur durak bilmeyen bir saldırı gibidir: duraksama, ara verme yoktur, kişinin sığınabileceği güvenli bir yer yoktur. Bir kaçış aranır haliyle, etrafı kuşatan bu duyumları alt etmek ya da hafifletmek için bir yol bulunmaya çalışılır (2016, sf.57)

Leader’ın bu sözlerinin ışığında Chloe’nin semptomlarının da ortadan kalkmayacağı anlaşılabilir. Filmin sonunda Paul ile birlikte olurken ikizinin dışarıdan yaklaştığını, onları izlediğini ve sonunda aralarındaki camı kırdığını görüyoruz. Chloe’nin simgesel dünyasında açılan gediği kapatmak, anlam dünyasında bir bütünlük oluşturmak için gerçekleştirdiği girişimler bu noktada da devam eder, izleyici için filmin sonu gelmiş olsa bile.

 

 

Kaynakça

 

Bouville, V. (2020). The Uncanny double. C.Bronstein ve C.Seulin (Ed.). On Freud’s “the        Uncanny” (28-38). London and New York: Routledge.

Erten, Y. (2020). Tekinsizlik, İkizlik, Ev Sahipleri, Hayaletler ve Atalar. Psike İstanbul YouTube kanalından alınmıştır: https://www.youtube.com/watch?v=Apla-zSvPuY

Fink, B. (2020) Lacan’da aşk: VII. seminer aktarım üzerine bir inceleme. (E.O. Gezmiş ve        Z.Oğuz, Çev.) İstanbul: Kolektif. (Özgün eser 2016 tarihlidir).

Freud, S. (1999). Tekinsiz. (E. Kapkın ve A.T. Kapkın, Çev.). Sanat ve Edebiyat, (s. 321-361). İstanbul: Payel. (Özgün eser 1919 tarihlidir).

Hoffler, P. (2018). Ferenczi’s untimely death. A.Dimitrijević, G.Cassullo ve J.Frankel (Ed.).     Ferenczi’s influence on contemporary psychoanalytic traditions (s. 105-110). London       and New York: Routledge.

Klein, M. (2012). Erken kaygıların ışığında oidipus karmaşası. (M. Tanık, Çev.). B.Habip         (Ed.). Sevgi, suçluluk ve onarım (s. 279–316). İstanbul: Kanat. (Özgün eser 1975    tarihlidir).

Klein, M. (2012). Normal çocuklarda suç eğilimleri. (O. Çiğeroğlu, Çev.). B. Habip (Ed.).         Sevgi, suçluluk ve onarımiçinde, (s. 131–142). İstanbul: Kanat Kitap. (Özgün eser 1975      tarihlidir).

Klein, M. (2016). Haset ve şükran. (O. Koçak ve Y. Erten, Çev.). İstanbul: Metis. (Özgün eser 1957 tarihlidir).

Lacan, J. (2013). Psikanalizin dört temel kavramı: Seminer 11. Kitap. (N.Erdem, Çev.) İstanbul:           Metin.

Leader, D. (2016). Delilik nedir? (B. E. Aksoy, Çev.). İstanbul: Encore. (Özgün eser 2011         tarihlidir).

Mustocea, B. (2018, 01 Haziran). In Conversation with ‘L’Amant Double’ Director François     Ozon. Hiskind. https://hiskind.com/in-conversation-with-lamant-double-director-  francois-ozon/

Pamuk, O. (1991). Kara kitap. İstanbul: Can

Sarup, M. (2004). Post yapısalcılık ve postmodernizm. (A.Güçlü, Çev.) Ankara: Bilim ve           Sanat. (Özgün eser 1988 tarihlidir).

Tura, S. M. (2010). Freud’dan lacan’a psikanaliz (4. Baskı). İstanbul: Kanat.

 

--

[1] Filmin adının çevirisindeki zorluk Unheimlich kavramının çevirisinde de kendini gösterir.

[2] Dilden görselliğe geçiş aynı zamanda simgeselden imgesele ya da düzenden kaosa geçiş olarak da düşünülebilir. 

[3] Winnicott ile Lacan’ın ayna imgesine dair söylediklerinin kesişimleri olduğu gibi önemli farkları da bulunmaktadır. Madan Sarup Post-Yapısalcılık ve Postmodernizm (2004) kitabında şöyle der: “Winnicott’un tersine, Lacan hiçbir zaman durağan ve değişmez bir imge edinemeyeceğimizi söylemektedir. Başkalarıyla olan ilişkimizi yorumlamaya çalışırız, ama her zaman bir yanlış yorumlama olanağı da söz konusudur. Her zaman bir boşluk, bir gedik, yanlış tanı(n)ma olasıdır. Hiçbir zaman başkasının bize verdiği karşılığın anlamından emin olamayız. Kimliğimiz ile ilgili bir düşüncemiz vardır ama bu gerçekliğe karşılık gelmez, ayna imgesi arkadan öne doğrudur (s.25).”

[4] Birbirinden oldukça farklı kuramlara dayanan, farklı müdahale yöntemlerini kullanan ve farklı hedefleri olan çok sayıda psikoterapi ekolü vardır. Ancak bu metinde terapi/psikoterapi derken psikanalitik psikoterapi ve psikanaliz kastedilmektedir. Psikanaliz ve psikanalitik psikoterapi de elbette özdeş değillerdir; ancak aralarındaki farklar tartışmanın metnin sınır ve amacını aşacağını göz önünde bulundurularak metin süresince göz ardı edilmiştir.

[5] Bu vazgeçmemenin ortaya çıkması için her seferinde bir sınır ihlalinin, etik ihlalin ya da yanlış bir müdahalenin gerçekleşmesi şart değildir.  Leader Delilik Nedir kitabında bu konuyla ilgili şu sözleri söyler: “Gelgelelim, terapist ne yaparsa yapsın, hastanın inatla onu ya Öteki ya da ayna imgesi konumuna yerleştirmeye çalıştığı vakalar vardır. Terapist güçlü bir bilgi kaynağıyla veya bir tür ikizle özdeşleştirilir durmadan (2016, s.348) ”.